4 Mayıs 2016 Çarşamba

"Bulut"lu Günler

    Buralarda 100lü günlerimi yaşarken, ruhen ve bedenen yoğun geçiriyorum günlerimi.
    Gün geçtikçe bi' an önce akıcı bi' şekilde konuşabiliyim istiyorum. Yaşıyorum, derdimi anlatıyorum ama daha da keyif almak için dil şart. E bi' de 3 ay oldu, insanlar bekliyo haliyle yavaştan. Kelime ezberlemem lazım çok, işim uzun a dostlar..
    Zaman zaman özlem çöküyo. Rahatlıyım diye gittiğim parklardan gözlerim dolu dolu geliyorum. Benim pamuklarım (yeğenlerim) geliyo aklıma haliyle, çocuk gördükçe. Dostlarımı özlüyorum. Beyza'yı, Subaşı familyamı, Döne'yi, Simge'yi. Pijama partilerimizi, kahvelerimizi, biralarımızı bazen rakılarımızı, keyiflerimizi. Tiyatromu özlüyorum. Onlar bana "Özledik" dedikçe ben daha çok özlüyorum. :) Annişimi özlüyorum, ettiğimiz kavgaları ya da keyifli sohbetlerimizi.  Babamı özlüyorum.. Ablalarımı, eniştelerimi.. Zamanında her işlerine koşturuyorum diye yorgun düştüğüm vakitleri özlüyorum. Bab-ı Sohbet'i özlüyorum. Bab-ı Sohbet ailemi. Çok yoruldum, çok emek verdim ama hem maddi hem manevi çok güzel aldım karşılığını.. Ve hala öyle güzel yorumlar alıyorum ki, döktüğüm terlerden gurur duyuyorum..
  Gözlerim dolu dolu dönüyorum dedim ama burdaki parkları çok seviyorum. Her yerde geniş genişler. Hava da güzelse çocuğu, genci, yaşlısı dolduruyo. Gerçi hava güzel olmasa da herkes sokakta burda. Yaşlılar ellerinde bastonları, pazar arabaları, yanlarında eşleri ya da çocukları yürüyüşteler. Baksanız yürümekte zorlanıyolar ama mutlaka dışardalar. Yüzlerinden makyajları eksik olmuyo kadınlarının, erkekleri de hep temiz giyimli. Çok seviyorum sokakta, metroda onları görmeyi.  İnsana "yaşamayı" hatırlatır gibiler. Bi' de havasından mıdır suyundan mıdır bilmem, bütün bebekler o kadar güzel ki burda!  Zafer'e "Evlendiğimiz vakit çocuğumuz olmasına karar verdiğimizde buraya gelelim" demişliğim bile vardır. O burunları, beyaz suratları, pembiş yanakları. Tiyatronun duyuruları için okullara gidiyoduk broşür dağıtmaya, o vakitler de dibim düşüyodu hepsine :)
    Evimizin salonumuzda kocaman bi' penceremiz var. Orda oturup gökyüzünü seyretmeyi, düşünmeyi, kahve içmeyi çok seviyorum. Bulutlar hep pamuk gibi ve biraz zorlasanız dokunabilicekmişsiniz gibi. Kuş göçüne denk geliyosanız, onlarla gidip dönüyosunuz gibi. Yıldızlar çok samimi, Ay da penceremde oldukça acayip seviniyorum. Her gece fotoğrafını çekmek gibi bi' adet edindim. Laf aramızda, karşı komşularımızın pencerelerine bakıp yorum yapmayı da seviyorum. Hep asılı kıyafetlerini gördüğüm bebişi  babasıyla gördüm az önce. Bi' de kel bi' adamın burnunu karıştırdığını :) Sürekli mutfakta yemek hazırlığında olan komşularımızın yüzlerini merak ediyorum. Birileri var ki hava güzel oldukça çatıya çıkıp kalabalıkça sohbet ediyolar, geçen mangal yaktılar çok tatlılardı. Onları gördükçe Döne'yle, evlerinin çatısında ettiğimiz sohbetleri özlüyorum. Siyasetten ölüme, aşktan zararsız dedikodulara, ailelerden akrabalara, gördüğümüz ışıklarda kim bilir ne hayatlar olduğuna dair sohbetlerimize.. Dikizleme boyutunda değil elbet burda yaptığım izleyişler:) 
Ben hiç ailemden uzak yaşamamıştım. Ev arkadaşlarım var tabii ama bi' nevi yalnız yaşamak bu benim için. Türkiye'ye döndüğümde nası olucam merak ediyorum. Merak etmediğim bi'şey var ki, sevdiğim insanların değişip değişmiycekleri..
   Aile evimdeyken yapmadığım yemekleri deniyorum. Mutfakta olmayı hep sevmişimdir ama çok yemek denemişliğim yoktur. Şimdi bi' güzel pişiriyorum her şeyi, çok keyif alıyorum. Anneme söylüyorum, "Hiç bi'şey öğrenmesem yemek öğrenip gelicem" diye :) Pek de beğeniliyo yaptıklarım. Öğlenleri tiyatroda hep birlikte yiyoruz. Buranın yemek tarzı aperatif olduğundan değişik geliyo sanırım. Kilo da aldım (ki bu istediğim bi'şeydi), Skype'ta annemlerle ilk konuştuğumuzda annem görüp "Kilo almış" diye ağlamış. Kiminle de konuşsak farkediliyo :) 

    Bi' de bi' de, zaman hızlı aksın istemiyorum döndükten sonra. Her şeyi tadında yaşıyım.

    Ay iyi mi yaptım kötü mü yaptım bilmem, bi'şeyler yaptım. Bi' hafta sonu iznimde "Haydi burdaki Bershkalara, H&M lere bakıyım" dedim. Amacım bakıp fiyatlar nası diye ölçmekti. Sonraki hafta bi' pantolon almaya gittim. Sonra Primark diye bi' alışveriş merkezi keşfettim. Optimum'u, Point Bornova'yı tek bi' mağaza halinde düşünün. Kıyafetten iç çamaşırına, deniz malzemelerine, bebek eşyalarından ev eşyalarına, makyaj malzemelerinden ayakkabı terliklere, çantalara kadar her şey var ve uygun fiyatlılar. İçeri girdiğinizde evlenesiniz, bi' saat içinde denize gidesiniz, yeğenlerinize, olmamış bebeğinize kıyafetler alasınız, ev dizayn edesiniz geliyo. Bi'şey  almıycam diye girip 75 € harcayıp çıktığım oldu. Ben ki öyle çok alışveriş yapan ya da vaktini mağazalarda geçiren biri değildim. Şimdi aklımda kıyafetler kalır da çıkmaz oldu.  Alışveriş tutkunlarını anlamaya başladım :)  Ama durduruyorum kendimi.  "Alışveriş için gelmedin Madrid'e" diyorum. Mesela fiyatı uygun gelen bi'şeyi, normalde hiç yapmadığım bi'şey yapıp Türk Lirası'na çeviriyorum. "Aa bak Bahar pahalı" diyorum. Ama sonra Türk Lirası'na çevirdiğim hâlde değeriyle de uygunsa, "Bi' dahaki ay gidicem, hâlâ varsa alıcam" diyorum :)) "Bi' dahaki ay" deme sebebim, "Bak aradan zaman geçti, duruyo. Al madem" demek kendime. Ya da "Gördün mü kısmetinde yokmuş." demek :)  Bi' de gerçekten normalde yiyecektir vs. Türk Lirası'yla kıyaslamamaya çalışıyorum, öyle olsa gerçekten her şey pahalı gelir. 

   Alıştım mı alıştım. Ömrümü burda geçirmek istiyorum demiyorum ama burda yaşayabilirim diyorum. Seviyorum havasını, insanlarını. Tabii kalabilmek için önce bi' iş ayarlamam lazım, geçinebilicek kadar. Şimdi kira, elektrik, su vermiyoruz diye tatlı geliyo burda yaşam; işin o kısımları da yadsınamaz gerçekler :)
   Biraz tiyatrodan bahsediyim.. Haftada 3 gün fizik ve ses üzerine çalışmalara katılıyorum. Çok esnek bi' vücudum olmadığından bazı fiziksel hareketlerde zorlanıyorum ama tüm bedenimin çalıştığını hissetmeyi sevmişimdir hep. Burda benim alışık olduğum kadro ve oyun düzeni yok. Çalıştığım tiyatro genelde atölyeler düzenliyo dans ve tiyatro üzerine; her ay bi' hafta sonu dans, bi' hafta sonu tiyatro. Ben ilk geldiğimde bi' sokak karnavalına hazırlanıyolardı. Bi' de kurs mahiyetinde bi' grupları var onlarla oyun çıkarıcaklar. Ben ve ev arkadaşlarım çocuklar için proje hazırlıyoruz.  Hepimiz birer hikaye bulduk. Ben Türkçe bi' hikaye tercih ettim ve naptımsa anlatamadım hikayeyi :) En son büyükelçiliğe yazdım. Normalde hizmet verdikleri bi' alan değilmiş çeviri ama Renata adında bi' çalışanları şahsi olarak ilgilenip çevirdi; nası minnettar oldum anlatamam. Hikayelerimizle ilgili formatlar bulduk, onları gösteri haline getiriyoruz. Benim formatım şuydu. İlkokul öğretmenim Fatma öğretmenimden, sınıfında bu hikayeyi okumasını ve hikaye sonunda çocukların, hikayeyle ilgili ya da burdaki (yurtdışındaki) bi' akranına ne söylemek istediğiyle ilgili not yazması ya da resim çizmesini rica ettim. Burda gösteri için gittiğimiz yerlerde, çocuklara bu hikayeyi okuyup; hikayenin ve notların bulunduğu kağıtları onlara vericem. İkişer tane aynı kağıt olucak, çünkü resim veya not olayını bu çocuklardan da istiycem. Bi' kağıt, onlarda kalması için; diğer kağıt iki adet notlu ya da iki adet resimli kağıdın, diğer bi' seyahatimde bi' diğer çocuğa gitmesi için. En sonunda bu sevimli kağıtları, LÖSEV ya da Çocuk Esirgeme Kurumu gibi kurumlarla paylaşıp; birazcık "Gülümseme" yaratmak istiyorum. Hikayemin ismi de "Tebessüm" zaten :) Canım öğretmenim vaktini ayırdı da yapıyo benim için. Zira yeğenimin öğretmeni "Vaktim yok" diyerek kabul etmedi; neyse yargılayamam.. Formatımı yaza çize anlattım, Türkçe bile açıklamaya çalışırken zorlanıyorum niyeyse, siz düşünün burdakilere anlatımımı :) Sürekli "Çok güzel" yorumları alıyorum. Ev arkadaşlarım da, Gregoriler de çok beğendiler. Ev arkadaşlarım açıkladığım günden beri sık sık dile getiriyolar hatta :)
   Bu ay dans üzerine olan atölyeye ben de katıldım. İlk zamanlar dil problemi yüzünden katılmak istemiyodum. Burda tiyatro adına öğrendiğim her şey çok önemli ama anlamak ve döndüğümde birilerine aktarmak da çok önemli. O yüzden yeni başladım katılmaya. Dil demişken, İngilizcem hakkında iyi yorumlar alıyorum. "İlk zamanlarını hatırlıyoruz da şimdi çok iyisin" diyolar. Artık sohbet edebiliyorum kelime dağarcığım el verdikçe.
    Ev arkadaşlarımın ailesi geldi bu ay. İlk Denis'in annesi ve eşi; tatlı insanlar. Fransızlar (Annesi ve babası ayrılar ve başka birileriyle evliler). Gezdiler, birlikte yemekler yedik. Bana gezileri sırasında aldıkları Nazım Hikmet'in bi yazısını getirdiler, çok mutlu oldum; odamın duvarında yer aldı hemen. Sonra Nazım'dan konuştuk biraz; tanıyo olmaları çok hoşuma gitti. Sonraki hafta Denis'in babası ve eşi geldi.  Onlar da çok tatlı insanlar. Gezdiler, birlikte yemekler yedik, sohbet ettik edebildiğimizce. Bahar'ın Türk olduğundan haberleri vardı tabii. Karşılaşınca da soruları belli. Suriye olayları, Türk kızlarının başının örtülü olduğu vs.  Geçen hafta da Irini'nin ailesi geldi. Yunanlılar. Irini'yle zaten sohbetlerimiz sırasında ne kadar ortak şeylerimiz  olduğunu farkediyoruz. Ailesi gelince onlarla daha farklı bi sıcaklık oldu galiba. Çok şirin insanlar. Türkiye'den getirdiğim Türk kahvemi, çaydanlık üzerinde yapıyodum buralarda cezve bulamadığımdan. Irini ailesinden istedi de cezve almışlar bana, bi' de kahve getirmişler sağolsunlar :) Babası biraz Türkçe kelime biliyo. Onunla da ne kadar yakın olduğumuzu, çok ortak şeylerimiz olduğunu konuştuk. Abisi yine Suriye olayları hakkında ne düşündüğümü sordu.
   Geçende de Viviana'yla konuştuk bunları. Suriye, Müslümanlık. Mümkün olduğunca tarafsız yanıt vermeye çalışıyorum ama. Türkiye'dekilerin başı kapalı değil mi, sen açıksın, ailen nası, ibadetleriniz nası, alkol kullanılıyo mu, domuz yeniliyo mu vs. "Herkes için geçerli değil  kapalılık" dedim. Başı kapalılık da, ibadet de kişisel şeyler. Evet domuz yememek yazıyo Kur'an-ı Kerim'de. Ama "Ben yedim." dedim.  (Vallahi yedim dostlar. İlk bi' denemek içindi, bi' iki kere mecburiyetten, bilmeden. Ama kullanmıyorum, hoşuma gitmiyo) "Alkol de alıyorum, namaz kılmıyorum belki ama Allah'a inanıyorum ve dua ediyorum" dedim. Bunlar çok kişisel, çok Allah'la insan arasında şeyler. Ve dışardan başı kapalı, zihni kapalı insanlar olarak görülmek üzüyo beni. Sadece başı kapalı demiyorum. Bu da kişisel bi' tercihtir. Saygı duyuyorum ve çok da seviyorum da. Ama zihni ve başı birlikte kapalı insanlar olarak görülüyoruz ona üzülüyorum. Bu sorular Ulusal Ajans'ın eğitiminde de çıkmıştı karşıma. "At gözlüğü" dedi Vivi.  "Evet" dedim. "Problem tam da bu."
Zaman geçiyo dostlar.. Günlüğüme baktıkça daha iyi anlıyorum. 25. gün, 46. gün, 68. gün derken 100leri deviriyorum. Tek dileğim, dolu dolu devirmek. İçim rahat, güzel anılar bırakarak, kendime güzel şeyler katarak. Üç ayımdan fotoğraflar paylaşıcam karışık; bi' sonraki blogda. Buraya eklersem açıklamalarla birlikte uzun bi' sayfa olucak diye düşündüm :) 



 Sevgiyle, keyifle kalın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder