Buralarda
100lü günlerimi yaşarken, ruhen ve bedenen yoğun geçiriyorum günlerimi.
Gün geçtikçe
bi' an önce akıcı bi' şekilde konuşabiliyim istiyorum. Yaşıyorum, derdimi
anlatıyorum ama daha da keyif almak için dil şart. E bi' de 3 ay oldu, insanlar
bekliyo haliyle yavaştan. Kelime ezberlemem lazım çok, işim uzun a dostlar..
Zaman zaman
özlem çöküyo. Rahatlıyım diye gittiğim parklardan gözlerim dolu dolu geliyorum.
Benim pamuklarım (yeğenlerim) geliyo aklıma haliyle, çocuk gördükçe. Dostlarımı özlüyorum.
Beyza'yı, Subaşı familyamı, Döne'yi, Simge'yi. Pijama partilerimizi,
kahvelerimizi, biralarımızı bazen rakılarımızı, keyiflerimizi. Tiyatromu
özlüyorum. Onlar bana "Özledik" dedikçe ben daha çok özlüyorum. :)
Annişimi özlüyorum, ettiğimiz kavgaları ya da keyifli sohbetlerimizi. Babamı özlüyorum.. Ablalarımı,
eniştelerimi.. Zamanında her işlerine koşturuyorum diye yorgun düştüğüm
vakitleri özlüyorum. Bab-ı Sohbet'i özlüyorum. Bab-ı Sohbet ailemi. Çok
yoruldum, çok emek verdim ama hem maddi hem manevi çok güzel aldım
karşılığını.. Ve hala öyle güzel yorumlar alıyorum ki, döktüğüm terlerden gurur
duyuyorum..
Gözlerim
dolu dolu dönüyorum dedim ama burdaki parkları çok seviyorum. Her yerde geniş
genişler. Hava da güzelse çocuğu, genci, yaşlısı dolduruyo. Gerçi hava güzel
olmasa da herkes sokakta burda. Yaşlılar ellerinde bastonları, pazar arabaları,
yanlarında eşleri ya da çocukları yürüyüşteler. Baksanız yürümekte zorlanıyolar
ama mutlaka dışardalar. Yüzlerinden makyajları eksik olmuyo kadınlarının, erkekleri de hep temiz
giyimli. Çok seviyorum sokakta, metroda onları görmeyi. İnsana "yaşamayı" hatırlatır
gibiler. Bi' de havasından mıdır suyundan mıdır bilmem, bütün bebekler o kadar
güzel ki burda! Zafer'e
"Evlendiğimiz vakit çocuğumuz olmasına karar verdiğimizde buraya
gelelim" demişliğim bile vardır. O burunları, beyaz suratları, pembiş
yanakları. Tiyatronun duyuruları için okullara gidiyoduk broşür dağıtmaya, o
vakitler de dibim düşüyodu hepsine :)
Evimizin salonumuzda
kocaman bi' penceremiz var. Orda oturup gökyüzünü seyretmeyi, düşünmeyi, kahve
içmeyi çok seviyorum. Bulutlar hep pamuk gibi ve biraz zorlasanız
dokunabilicekmişsiniz gibi. Kuş göçüne denk geliyosanız, onlarla gidip
dönüyosunuz gibi. Yıldızlar çok samimi, Ay da penceremde oldukça acayip
seviniyorum. Her gece fotoğrafını çekmek gibi bi' adet edindim. Laf aramızda,
karşı komşularımızın pencerelerine bakıp yorum yapmayı da seviyorum. Hep asılı
kıyafetlerini gördüğüm bebişi babasıyla
gördüm az önce. Bi' de kel bi' adamın burnunu karıştırdığını :) Sürekli mutfakta
yemek hazırlığında olan komşularımızın yüzlerini merak ediyorum. Birileri var
ki hava güzel oldukça çatıya çıkıp kalabalıkça sohbet ediyolar, geçen mangal
yaktılar çok tatlılardı. Onları gördükçe Döne'yle, evlerinin çatısında ettiğimiz sohbetleri özlüyorum. Siyasetten ölüme, aşktan zararsız dedikodulara, ailelerden akrabalara, gördüğümüz ışıklarda kim bilir ne hayatlar olduğuna dair sohbetlerimize.. Dikizleme boyutunda değil elbet burda yaptığım izleyişler:)
Ben hiç ailemden uzak yaşamamıştım. Ev arkadaşlarım var tabii ama bi' nevi yalnız yaşamak bu benim için. Türkiye'ye döndüğümde nası olucam merak ediyorum. Merak etmediğim bi'şey var ki, sevdiğim insanların değişip değişmiycekleri..
Ben hiç ailemden uzak yaşamamıştım. Ev arkadaşlarım var tabii ama bi' nevi yalnız yaşamak bu benim için. Türkiye'ye döndüğümde nası olucam merak ediyorum. Merak etmediğim bi'şey var ki, sevdiğim insanların değişip değişmiycekleri..
Aile evimdeyken yapmadığım yemekleri deniyorum. Mutfakta olmayı hep sevmişimdir ama çok yemek denemişliğim yoktur. Şimdi bi' güzel pişiriyorum her şeyi, çok keyif alıyorum. Anneme söylüyorum, "Hiç bi'şey öğrenmesem yemek öğrenip gelicem" diye :) Pek de beğeniliyo yaptıklarım. Öğlenleri tiyatroda hep birlikte yiyoruz. Buranın yemek tarzı aperatif olduğundan değişik geliyo sanırım. Kilo da aldım (ki bu istediğim bi'şeydi), Skype'ta annemlerle ilk konuştuğumuzda annem görüp "Kilo almış" diye ağlamış. Kiminle de konuşsak farkediliyo :)
Bi' de bi' de, zaman hızlı aksın istemiyorum döndükten
sonra. Her şeyi tadında yaşıyım.
Ay iyi mi
yaptım kötü mü yaptım bilmem, bi'şeyler yaptım. Bi' hafta sonu iznimde
"Haydi burdaki Bershkalara, H&M lere bakıyım" dedim. Amacım
bakıp fiyatlar nası diye ölçmekti. Sonraki hafta bi' pantolon almaya gittim.
Sonra Primark diye bi' alışveriş merkezi keşfettim. Optimum'u, Point Bornova'yı
tek bi' mağaza halinde düşünün. Kıyafetten iç çamaşırına, deniz malzemelerine,
bebek eşyalarından ev eşyalarına, makyaj malzemelerinden ayakkabı terliklere,
çantalara kadar her şey var ve uygun fiyatlılar. İçeri girdiğinizde
evlenesiniz, bi' saat içinde denize gidesiniz, yeğenlerinize, olmamış bebeğinize
kıyafetler alasınız, ev dizayn edesiniz geliyo. Bi'şey almıycam diye girip 75 € harcayıp çıktığım
oldu. Ben ki öyle çok alışveriş yapan ya da vaktini mağazalarda geçiren biri
değildim. Şimdi aklımda kıyafetler kalır da çıkmaz oldu. Alışveriş tutkunlarını anlamaya başladım :) Ama durduruyorum kendimi. "Alışveriş için gelmedin Madrid'e"
diyorum. Mesela fiyatı uygun gelen bi'şeyi, normalde hiç yapmadığım bi'şey yapıp
Türk Lirası'na çeviriyorum. "Aa bak Bahar pahalı" diyorum. Ama sonra Türk
Lirası'na çevirdiğim hâlde değeriyle de uygunsa, "Bi' dahaki ay gidicem, hâlâ varsa
alıcam" diyorum :)) "Bi' dahaki ay" deme sebebim, "Bak aradan zaman geçti, duruyo. Al madem" demek kendime. Ya da "Gördün mü kısmetinde yokmuş." demek :) Bi' de gerçekten
normalde yiyecektir vs. Türk Lirası'yla kıyaslamamaya çalışıyorum, öyle olsa
gerçekten her şey pahalı gelir.
Alıştım mı
alıştım. Ömrümü burda geçirmek istiyorum demiyorum ama burda yaşayabilirim
diyorum. Seviyorum havasını, insanlarını. Tabii kalabilmek için önce bi' iş
ayarlamam lazım, geçinebilicek kadar. Şimdi kira, elektrik, su vermiyoruz diye
tatlı geliyo burda yaşam; işin o kısımları da yadsınamaz gerçekler :)
Biraz
tiyatrodan bahsediyim.. Haftada 3 gün fizik ve ses üzerine çalışmalara
katılıyorum. Çok esnek bi' vücudum olmadığından bazı fiziksel hareketlerde
zorlanıyorum ama tüm bedenimin çalıştığını hissetmeyi sevmişimdir hep. Burda
benim alışık olduğum kadro ve oyun düzeni yok. Çalıştığım tiyatro genelde
atölyeler düzenliyo dans ve tiyatro üzerine; her ay bi' hafta sonu dans, bi' hafta sonu tiyatro. Ben ilk geldiğimde bi' sokak karnavalına hazırlanıyolardı. Bi' de kurs mahiyetinde bi' grupları var onlarla oyun çıkarıcaklar. Ben ve ev
arkadaşlarım çocuklar için proje hazırlıyoruz.
Hepimiz birer hikaye bulduk. Ben Türkçe bi' hikaye tercih ettim ve
naptımsa anlatamadım hikayeyi :) En son büyükelçiliğe yazdım. Normalde hizmet
verdikleri bi' alan değilmiş çeviri ama Renata adında bi' çalışanları şahsi olarak ilgilenip
çevirdi; nası minnettar oldum anlatamam. Hikayelerimizle ilgili formatlar
bulduk, onları gösteri haline getiriyoruz. Benim formatım şuydu. İlkokul
öğretmenim Fatma öğretmenimden, sınıfında bu hikayeyi okumasını ve hikaye
sonunda çocukların, hikayeyle ilgili ya da burdaki (yurtdışındaki) bi' akranına ne söylemek
istediğiyle ilgili not yazması ya da resim çizmesini rica ettim. Burda gösteri
için gittiğimiz yerlerde, çocuklara bu hikayeyi okuyup; hikayenin ve notların
bulunduğu kağıtları onlara vericem. İkişer tane aynı kağıt olucak, çünkü resim
veya not olayını bu çocuklardan da istiycem. Bi' kağıt, onlarda kalması için; diğer kağıt iki adet notlu ya da iki adet resimli kağıdın, diğer bi' seyahatimde bi' diğer
çocuğa gitmesi için. En sonunda bu sevimli kağıtları, LÖSEV ya da Çocuk
Esirgeme Kurumu gibi kurumlarla paylaşıp; birazcık "Gülümseme"
yaratmak istiyorum. Hikayemin ismi de "Tebessüm" zaten :) Canım
öğretmenim vaktini ayırdı da yapıyo benim için. Zira yeğenimin öğretmeni
"Vaktim yok" diyerek kabul etmedi; neyse yargılayamam.. Formatımı
yaza çize anlattım, Türkçe bile açıklamaya çalışırken zorlanıyorum niyeyse, siz düşünün burdakilere anlatımımı :) Sürekli "Çok güzel" yorumları alıyorum. Ev
arkadaşlarım da, Gregoriler de çok beğendiler. Ev arkadaşlarım açıkladığım
günden beri sık sık dile getiriyolar hatta :)
Bu ay dans
üzerine olan atölyeye ben de katıldım. İlk zamanlar dil problemi yüzünden
katılmak istemiyodum. Burda tiyatro adına öğrendiğim her şey çok önemli ama
anlamak ve döndüğümde birilerine aktarmak da çok önemli. O yüzden yeni başladım
katılmaya. Dil demişken, İngilizcem hakkında iyi yorumlar alıyorum. "İlk
zamanlarını hatırlıyoruz da şimdi çok iyisin" diyolar. Artık sohbet
edebiliyorum kelime dağarcığım el verdikçe.
Ev
arkadaşlarımın ailesi geldi bu ay. İlk Denis'in annesi ve eşi; tatlı insanlar.
Fransızlar (Annesi ve babası ayrılar ve başka birileriyle evliler). Gezdiler,
birlikte yemekler yedik. Bana gezileri sırasında aldıkları Nazım Hikmet'in bi
yazısını getirdiler, çok mutlu oldum; odamın duvarında yer aldı hemen. Sonra Nazım'dan konuştuk biraz; tanıyo
olmaları çok hoşuma gitti. Sonraki hafta Denis'in babası ve eşi geldi. Onlar da çok tatlı insanlar. Gezdiler,
birlikte yemekler yedik, sohbet ettik edebildiğimizce. Bahar'ın Türk olduğundan
haberleri vardı tabii. Karşılaşınca da soruları belli. Suriye olayları, Türk
kızlarının başının örtülü olduğu vs.
Geçen hafta da Irini'nin ailesi geldi. Yunanlılar. Irini'yle zaten
sohbetlerimiz sırasında ne kadar ortak şeylerimiz olduğunu farkediyoruz. Ailesi gelince onlarla daha farklı
bi sıcaklık oldu galiba. Çok şirin insanlar. Türkiye'den getirdiğim Türk kahvemi, çaydanlık üzerinde yapıyodum buralarda cezve bulamadığımdan. Irini ailesinden istedi de cezve almışlar bana, bi' de kahve getirmişler sağolsunlar :) Babası biraz Türkçe kelime biliyo.
Onunla da ne kadar yakın olduğumuzu, çok ortak şeylerimiz olduğunu konuştuk.
Abisi yine Suriye olayları hakkında ne düşündüğümü sordu.
Geçende de
Viviana'yla konuştuk bunları. Suriye, Müslümanlık. Mümkün olduğunca tarafsız
yanıt vermeye çalışıyorum ama. Türkiye'dekilerin başı kapalı değil mi, sen
açıksın, ailen nası, ibadetleriniz nası, alkol kullanılıyo mu, domuz yeniliyo
mu vs. "Herkes için geçerli değil
kapalılık" dedim. Başı kapalılık da, ibadet de kişisel şeyler. Evet
domuz yememek yazıyo Kur'an-ı Kerim'de. Ama "Ben yedim." dedim. (Vallahi yedim dostlar. İlk bi' denemek
içindi, bi' iki kere mecburiyetten, bilmeden. Ama kullanmıyorum, hoşuma gitmiyo) "Alkol de alıyorum, namaz kılmıyorum belki ama Allah'a inanıyorum ve dua
ediyorum" dedim. Bunlar çok kişisel, çok Allah'la insan arasında şeyler. Ve
dışardan başı kapalı, zihni kapalı insanlar olarak görülmek üzüyo beni. Sadece
başı kapalı demiyorum. Bu da kişisel bi' tercihtir. Saygı duyuyorum ve çok da
seviyorum da. Ama zihni ve başı birlikte kapalı insanlar olarak görülüyoruz ona
üzülüyorum. Bu sorular Ulusal Ajans'ın eğitiminde de çıkmıştı karşıma. "At
gözlüğü" dedi Vivi.
"Evet" dedim. "Problem tam da bu."
Zaman geçiyo
dostlar.. Günlüğüme baktıkça daha iyi anlıyorum. 25. gün, 46. gün, 68. gün
derken 100leri deviriyorum. Tek dileğim, dolu dolu devirmek. İçim rahat, güzel
anılar bırakarak, kendime güzel şeyler katarak. Üç ayımdan fotoğraflar
paylaşıcam karışık; bi' sonraki blogda. Buraya eklersem açıklamalarla birlikte uzun bi' sayfa olucak diye düşündüm :)
Sevgiyle, keyifle kalın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder